GAZEL -1
[mef’ûlü / mefâ’îlün / mef’ûlü / mefâ’îlün]
1 ‘Aşkıñla hevâlandım bî-lâneligim gel gör
Yanmakda firâkıñla pervâneligim gel gör
2 Ben böyle tek ü tenhâ sen gayr ile ülfetde
‘Akl u dil ü cânımla bîgâneligim gel gör
3 Yıkdıñsa da cevriñle ma’mûr edegör yap yap
Ey künc-i diliñ genci vîrâneligim gel gör
4 Peymâne-be-kef sâkî bu bezme ayagıñ bas
Câm-ı mey-i ‘aşkıñla mestâneligim gel gör
5 Ben Vehbî-i pâ-mâlim hayret-zede vü lâlim
Bâzîçe-i etfâlim
dîvâneligim gel gör
ŞERH
“‘Aşkıñla hevâlandım
bî-lâneligim gel gör
Yanmakda firâkıñla
pervâneligim gel gör”
Kelimeler:
-
lâne= Yuva
- hevâ =
heves, istek, arzu; sevgi; hoşlanma
Kurallı
Cümle= “Aşkınla hevâlandım, bî-lâneligim gel
gör. Firâkınla pervâneliğim yanmakta, gel gör.”
Günümüz
türkçesi: aşkınla havalandım, yuvasız kaldım gel gör. Ayrılığınla
pervane gibi kanatlarım yanmakta gel de gör…
Örnek
beyitler:
“Çememde bülbülân
bulmazdı lâne
Gül olmuşdu gurâba âşiyâne”
Beyitte dikkatimizi çeken en önemli kelimelerden ilki „hevâlandım“ kelimesidir.
Bu kelime iki anlama gelecek şekilde kullanılmıştır. Ilk anlamı kanatlanıp
uçarak havalanmak anlamıdır ki bu anlam doğultusunda pervane kelimesi ile bir
tenasüp söz konusudur. Kelimenin diğer anlamı yukarıda da belirtmiş olduğumuz
gibi arzu ve istektir. Bu anlam göz önünde bulundurulduğunda şair aşkının
arzusuna hevesine kapıldım mecnun oldum ve evsiz yuvasız kaldım anlamına
ulaşılmaktadır. Bu durum zihinlerimizde var olan Kays kıssasını bizlere
hatırlatmaktadır.
Ayrılık bütün aşıkların canını yakan
birşeydir. Ikinci mısrada aşik, sevgilinin ayrılığıyla pervaneliğinin yandığını
ifade etmektedir. Burada şem‘ u pervane ilişkisi mazmununa atıfta
bulunulmuştur. Bilindiği üzre pervane kendini ateşeatar, önce kanatları yanar
daha sonra canını verir. Bu anlam göz önünde bulundurulduğunda ilk mısrada
söylenen yuvasızım ve havalandım kelimeleri daha anlamlı gelmektedir zira
kanatları yanan bir pervane yuvasız kalmıştır, bir daha yuvasına dönme ihtimali
yoktur…
Bes ki hicranındadır
hasiyyet-i kat'-i hayat
Ol hayat ehline hayranem ki hicranındadır
Ol hayat ehline hayranem ki hicranındadır
Fuzûlî
“Ben böyle tek ü tenhâ sen gayr ile ülfetde
‘Akl u dil ü cânımla bîgâneligim gel gör”
Kelimeler =
Bî-
gâne: .
kayıtsız, ilgisiz. 2. yabancı. 3. tas. dünyâ ile ilgisini kesmiş olan.
Günümüz
Türkçesi
: ben böyle tek başıma yalnız iken sen başkalarıyla buluşmalardasın, aklım
gönlüm ve canımla dünyadan nasıl koptuğumu gel de gör.
Örnek
beyitler:
“Zülfüñe
kondurmayıp mürg-i dil-i âvâreyi
Böyle mânend-i Hümâ bî-lâne etdiñ sen
beni”
Vehbî
Bu
beyitte divan edebiyatının belki en çok kullanılan mazmunlarından biri olan
sevgilinin ağyar ile ülfeti ve âşığa bîgâneliği mazmunu işlenmiştir. “lebi
yâkut lemsi âteş gonca femler görmüşüz/yâre derd ağyâre dermân çok sanemler
görmüşüz” (Öksüz V.)
Tenha ve ülfet kelimeleri arasında bir tezatlık vardır bu sanat beyite
heyecan ve gerilim katmaktadır. Sevgilinin ağyar ile ülfette olması âşığın
aklı, gönlü ve cânıyla bu dünyadan soğumasına kopmasına neden olmaktadır.
İkinci mısradaki bîgânelik kelimesi de aslında
sevgilinin âşığa karşı durumunu ifade etmektedir.
Gazelin redifi olan “gel gör” hem bir yalvarma ifadesi hem de
inanmıyorsan gel bak dediğim gibi mi yoksa değil mi? anlamı taşımaktadır. Aşık
sürekli arz-ı hâl etmektedir fakat sevgili buna inanmayacaktır. Onun için eğer
dediklerime inanmıyorsan, yalan söylediğimi düşünüyorsan gel de gör demektedir.
Bu deyişi beyitlerin sonunda söylemesi de kuvvetli olan isteğin bu olduğunu
göstermektedir zira en önemli şeyler en sonda söylenir. İkinci anlam olan
yalvarma anlamı şu şekildedir ki; aşık sevgilinin kendisine karşı pervasız ve
ilgisi olmasını hazmedememekte ve “ne olursun gel, beni gör, başkasına gitme,
başkasını görme, sadece beni gör “ demektedir. Bu bir aşığın en saf haykırışı
ve isteğidir.
“Yıkdıñsa da cevriñle ma’mûr edegör yap yap
Ey
künc-i diliñ genci vîrâneligim gel gör”
Kurallı Cümle=Ey künc-i dilin genci,cevrinle yıkdınsa da ma’mûr edegör yap yap,
vîrâneliğim gel gör.
Günümüz
türkçesi : ey gönül köşesinin
hazinesi; sen beni zulmünle yıktıysan da tekrar yap, gel de benim viraneliğimi
harab olmuşluğumu gör.
Sevgili aşığa ettiği cefa ve zulüm ile aşığın
dünyasını yıkar, onu evsiz barkısız bırakır, dâr-ı dünyayı ona zindan eder,
fakat beyitte de görüldüğü üzre aşık yıkıldıysa da bu yıkıntıdan yeniden mâ’mur
olması, sevgilinin bir tek sözüne veya bakışına bağlıdır. Ilk mısranın
sonudaki “yap“ kelimesinin iki kere
tekrarlanması; aşığın isteğinin ne kadar kuvvetli olduğunu vurgulamaktadır zira
ikilemeler anlamı kuvvetlendirmek için kullanılır. Bunun yanında okunuş
sırasında veznin de bir getirisi olarak bu ikilemenin hızlıca okunması, aşığın
sabırsızlığını ifade etmekte ve gözlerde sabırsız bir çocuğun annesine ısrarını
canlandırmaktadır. Yani aşık sevgiliden gelecek bir işaret hususiyetinde hem
çok sabırsız hem de çok isteklidir.
Ikinci mısrada kelimelerin hemen hemen tamamı
birbirine tenasüp ilgisiyle bağlıdır.
“sözün hasın cânım dinle sen dîvâneden, zîrâ kenz-i hâfiler zuhr eder
vîrâneden“…
Bilindiği
gibi hazineler viranelerde bulunur. Bu viraneler harabe olmuş vaziyettedirler.
Işte en kıymetli hazinelerin bu türden harabelerin köşesinde çıkacağını
okuyucuya söylemeye çalışan şair bir yandan da sevgilinin, onun gönlünü yıkıp
viraneye çevirmesinden dolayı kendi gönlünde sevgilinin hazine olarak yer
ettiğini söylemektedir.
“Peymâne-be-kef sâkî bu
bezme ayagıñ bas
Câm-ı mey-i ‘aşkıñla mestâneligim gel gör”
Kurallı Cümle= sâki, bu
bezme peymâne be-kef ayağın bas, câm-ı mey-i aşkınla mestaneliğim gel gör
Ey
saki, bezmimize şarap bardağı avucunda ayağını bas, aşkının şarabının kadehiyle
nasıl mest olduğumu gel gör…
Burada
saki sevgilidir. Buna benzer bir beyit de şudur:
“Bir elinde gül, bir elde câm geldin sâkıyâ
Kangısın alsam, gülü, yâhut ki câmı, yâ seni?”
Kangısın alsam, gülü, yâhut ki câmı, yâ seni?”
Beytin genelinde bir şarap mazmunu göze
çarpmaktadır. Kullanılan kelimeler bu anlamı desteklemek için özenle seçilmiş
kelimelerdir ve bu yönüyle peymane, saki, bezm, ayak, cam, mey, mestanelik gibi
kelimeler birbirleriyle tenasüp ilgisi içerisindedirler. Bu durum beyiti
sanatlarla örülmüş kuvvetli anlam katmanlarına sahip başarılı bir beyit
yapmaktadır…
Aşığın halinden aşık, dertlinin elinden
dertli, ser-hoşun halinden ser-hoş anlar. Sevgilinin aşığı anlaması için aşığın
bulunduğu bezme ayak basması gerekmektedir.
“Ben Vehbî-i pâ-mâlim hayret-zede vü lâlim
Bâzîçe-i etfâlim dîvâneligim gel gör”
Günümüz
Türkçesi: ben ayakları altına alınmış olan Vehbî’yim, hayrete düşmüş ve
lâl (dilsiz) olmuşum, çocuk oyuncağı olmuşum, gel de divaneliğimi gör.
Beyitte şair kendini tarif etmektedir. Ne kadar müşkül bir hâl
içerisinde olduğunu gözler önüne sermekte olan şair kendinin çocuk oyuncağı
haline geldiğini aşağılandığını ayaklar altına alınıp çiğnendiğini dilsiz ve
divane olduğunu söylüyor.
GAZEL-2
[mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün]
1 Demişdim bûy-ı hattıñ şemm edip müşg-i Hatâ'dır bu
Meger ‘anber imiş bildim ki ta’bîr-i hatâdır bu
2 Rakîb-i bed-likâya yer verirsin kendi yanıñda
Ne hercâyîsin insâf et ne tavr-ı nâbe-câdır bu
3 Görüp çîn-i cebînin zâhidiñ nakş-ı hasîr-âsâ
Dedim sıklet zemîninde döşenmiş bûriyâdır bu
4 Gehî eşk-i revân geh bâd-ı âh ile döner gerdûn
Hebâ-yı dâne-i ‘ömr etmege bir âsiyâdır bu
5 Niçün bîhûde hâsid reşk eder güftâr-ı Vehbî'ye
‘Aceb bilmez mi kim kesbî degil dâd-ı
Hudâ'dır bu
ŞERH
Kelimeler
:
hercâî :
kararsız, sebatsız
nâbe cân :
cansız
hasîr: fersiz
-âsâ: gibi
Cebîn: korkak ürkek yüreksiz
Bûriyâ: hasır
Sıklet: gıcıklık, ağırlık
Âsiyâ: su değirmeni
Reşk: kıskanma uyandıran
Güftâr: söz söyleyen kelam eden
Dâd : hak doğruluk
Çîn-i cebîn: alın buruşukluğu
“Demişdim bûy-ı hattıñ
şemm edip müşg-i Hatâ'dır bu
Meger ‘anber imiş bildim ki ta’bîr-i hatâdır bu”
Kurallı Cümle = buy-ı hattın şemm edip bu müşg-i
Hatâ’dır demiştim, meğer anber imiş bu bildim ki ta’bir-i hatadır.
Günümüz
Türkçesi : saçlarının kokusunu koklayıp bu Hıtâ ülkesinin müskidir
demiştim, meğerse bu koku anber kokusuymuş anladım ki benim tahminim hatalı bir
tahminmiş.
“Çîn-i zülfün miske benzettim hıtasın bilmedim
Key perîşân söyledim bu yüz karasın bilmedim” Ahmet
PAŞA
Bu beyitte çizilen tablo, aşığın sevgilinin hattının kokusunu
alıp bu kokuyu Çin’in Hıtâ bölgesinde bulunan misk kokusuna benzetmiş olması
fakat bu ta’birin yanlış olduğunu fark edip kokunun aslında anber kokusu
olduğunu anlamasıdır.
Beyitte bûy, şemm,
müşg-i Hatâ, anber kelimeleri arasında tenasüp ilgisi kurulmuştur. Ayrıca ilk
beyitteki Hatâ ve ikinci beyitteki Hata kelimeleri için Şibh-i iştikâk sanatı
vardır diyebiliriz.
“Rakîb-i bed-likâya yer
verirsin kendi yanıñda
Ne hercâyîsin insâf et ne tavr-ı nâbe-câdır bu”
Kurallı
Cümle
= rakib-i bed likaya kendi yanında yer
verirsin, ne hercayisin, insaf et, ne tavr-ı nâbecândır bu.
Günümüz Türkçesi : o kötü
yüzlü rakibime sen kendi yanında yer verirsin, ey sevgili sen ne kadar
sebatsızsın insaf et bu ne kadar da ruhsuz, cansız bir tavırdır…
Sevgili her zaman olduğu gibi aşığa hiç yüz
vermezken onu kendinden uzak tutarken, ağyare karşı acımasız değildir bilakis
ağyarı her zaman yanında tutar. Bunu gören ya da duyan aşık bu duruma çok
bozulur, bazen kızar, bazen sitem eder fakat tepkisini muhakkak belli eder.
Bu beyitte ilk mısrada sevgilinin ağyare yani
rakibe kendi yanında yer verdiğini söyleyen şair ikinci mısrada sevgiliye yarı
kızar yarı yalvarır bir şekilde tepkisini belli ediyor.
Ey sevgili, sen ne kadar da hercayisin bu
yaptığın hiç insanlığa sığar mı? bu yaptığın ne kadar yanlış bir şeydir ne olur
insaf et tarzında sözler söylemektedir hem üzüntüsünü hem öfkesini belli
etmektedir.
“Görüp çîn-i cebînin zâhidiñ nakş-ı hasîr-âsâ
Dedim sıklet zemîninde döşenmiş bûriyâdır bu”
Kurallı
Cümle
=zâhidin nakş-ı hasîr-âsâ çîn-i cebinini görüp, sıklet
zeminine döşenmiş bûriyâdır bu dedim.
Günümüz Türkçesi : zahidin
fersiz güzel olmayan alın kırışıklığının şeklini görünce dedim ki bu olsa olsa
ağır(nâhoş) bir zemine döşenmiş bir hasırdır bu.
Aşığın en büyük düşmanı rakibidir, rakibi her
fırsatta yerer onu aşağılar bazen kelp yerine koyar bazen insanlıktan çıkarır
onu türlü suçlarla itham eder ve hoş olmayan şeylere benzetir.
Bu beyitte de rakibi aşağılar nitelikte bir
benzetmeden yola çıkılarak kurgu yapılmıştır. Aşığa görünen şey aslında rakibin
alın kırışıklığıdır, buradan rakibin yaşlı olduğu söylenebilir, fakat aşık bu
alın kırışıklıklarını kötü bir zemine döşenmiş kötü bir hasıra benzetmektedir.
Hasır denilen şey alelade işlenen yere serilen ve eskiden bazı otların
birleştirilmesiyle oluşturulan kalitesi çok da iyi olmayan bir sergidir.
Günümüzde teknolojinin ilerlemesiyle çok kaliteli ve görsel açıdan kullanıcının
estetik yönüne hitab eden bazı hasırlar dokunur oldu fakat eskiden böyle bir
şey mümkün değildi.
“Gehî eşk-i revân geh bâd-ı âh ile döner gerdûn
Hebâ-yı dâne-i ‘ömr etmege bir âsiyâdır bu”
Kurallı
Cümle
= gerdûn gehi eşk-i revan ile gehi bâd-ı
ah ile döner, bu heba-yı dâne-i ömr
etmege bir asiyâdır.
Günümüz Türkçesi : gökyüzü
kah akan yaşlarla kah çekilen ahların rüzgarıyla döner, sanki bu durum bir tane
olan ömrü heba etmek için düzenlenmiş bir su değirmenidir.
Bu beyit benzetmeler üzerine kurulmuştur. Gökyüzünün dönen bir su değirmenine benzeten
aşık kuvvetli bir teşbih ve mübalağa yapmaktadır. İkinci mısrada feleği bir su
dolabına benzeten aşık, su dolabının dönmesi için gerekli olan su ve rüzgarı da
yine kendinde bulmaktadır. Su, aşığın akan gözyaşı iken, su dolabının dönmesi
için gerekli olan rüzgar da yine aşığın âhınin rüzgarıdır diyor.
Hebâ-yı dâne-i ‘ömr diyerek ömrün bir tane
olduğuna ve kıymetli olduğuna deyinen şair; bu kıymetli ömrü bir âsiyâ ile heba
ettiğini söylemektedir.
“Niçün bîhûde hâsid reşk eder güftâr-ı Vehbî'ye
‘Aceb bilmez mi kim kesbî degil dâd-ı Hudâ'dır bu”
Kurallı
Cümle
= Bîhûde hâsid güftâr-ı Vehbî'ye niçün reşk eder? Aceb
bilmez mi ki kesbî değil, dâd-ı hudâdır bu.
Günümüz Türkçesi : hased eden
rakib acaba neden böyle sözler söyleyen Vehbî’yi kıskanır? Bilmez mi ki bu
sözler Allah vergisidir Vehbî’nin kendi kârı değildir.
Gazellerde şairin mahlasının geçtiği beyitler
genellikle övgü içerikli olur. Bu beyitte de Vehbî; sanki bir başkası ona
söylediği sözlerin güzelliğinden dolayı hased ediyor, onu kıskanıyormuş gibi
bir hava yaratıyor fakat bu sözleri söyleme gücünün Allah tarafından Vehbî’ye
lütfedildiğini söylüyor.
Hâsid ve reşk kelimeleri arasında anlamca bir
yakınlık vardır. Kıskanan yani reşk eden kişi hased etmiş olur.
Vehbî
bu beyitte kendini soyutlamış yani tecrîd sanatı yapmıştır.
GAZEL-3
[mef’ûlü / fâ’ilâtü / mefâ’îlü / fâ’ilün]
1 Bî-çâre göñlümü saña verdimse cânım al
Redd etmeyip meded anı ey bî-amânım al
2 Bârî selâmım almaz iseñ gördügüñ zamân
Bir nazra ile hâtırım ey dil-sitânım al
3 Kâlâ-yı rûy-ı aliñe dil çıkdı müşterî
Reng etme anı ver baña nakd-i revânım al
4 Tîr-i cefâya sîne-i agyârı kıl hedef
‘Uşşâkıñ intikâmını kaşı kemânım al
5 Lutf
eyleyip de Vehbî-i pîriñ du’âsını
Ey
pîr olası tâze-resîde civânım al
ŞERH
“Bî-çare
gönlümü sana verdimse cânım al
Redd
etmeyip meded anı ey bî-emanım al”
Kurallı Cümle =ey cânım, bî emânım, meded; sana
bî-çâre gönlümü verdimse anı reddetmeyip al
Günümüz
Türkçesi: ey amansız sevgili
;sana bîçâre gönlümü verdiysem, meded kıl onu reddetme al.
“Yoluna cânâ revân etsem gerek cânım
dedim.
Yüzüme bin hışm ile baktı dedi cânın mı var” Zâti
“Derd-i aşkın devâsı kâbil-i
dermân değil
Terk-i cân derler bu derdin
mu’teber dermanına”
Sevgilinin, yani mâşukun en önemli
hususiyetlerinden biri, eskilerin söyleyişiyle “müstağnî” olmasıdır. Mâşuk; her
ne olursa olsun âşıktan gelen bir şeye asla tenezzül etmez hatta tenezzül edip
bir kerecik olsun yüzünü çevirip âşığına bakmaz. Buna karşılık aşık elinde
avucunda her ne varsa sevgilinin yoluna reva etmek ister.
“verseler mülk-i cihânın tâc u taht u
devletin
Avnî kûyun terkin etmez başına sultan
olup” Fatih Sultan
Görüldüğü üzere âşık her şeyini sevgilinin yoluna feda
etmek istediği gibi, kendisine verilen her türlü malı mülkü elinin tersiyle
reddeder ve sevgilinin yolunu seçer. Hatta bu konuda çok daha iddalı
söyleyişlere sahip olan, sevgilinin köyünün köpekleriyle hırıldaşmayı, cihana
sultan olmaya tercih eden bazı şairlerimiz vardır.
Bu kültürü anlamak için şu beyitlere kulak
vermek gerekir;
“Ben gelmedim kavga icin, benim işim sevgi icin,
Dost evi
gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim" Yûnus Emre
"Sanman ki taleb-i
devlet-ü cah etmeye geldik
Biz aleme bir yar
için âh etmeye geldik."
Bu kültüre uzak olan bir insan için
şairlerimizin bu tarz beyitleri anlaşılmaz gelebilir lakin şaşırmamak gerekir.
Dünyaya geliş sebebini aşk olarak belleyen bir insan için aşktan öte bir şey
yoktur, aşkın önüne geçecek bir şey de yoktur.
Söz konusu şerh edilen beyitte âşık, mâşuka
çaresiz gönlünü sunmaktadır. Mâşukun istiğna ederek âşığın gönlünü almayacağı
âşikârdır. Bundan dolayı sanki yalvarır gibi “reddetme, biraz düşün” demektedir.
Mısranın sonunda geçen ve veznin de yardımıyla kuvvetlice bastırılan “al”
sözcüğü sanki sevgiliye dikte edilmek istenen bir duyguyu desteklemektedir.
“bî-çâre, redd, meded”
kelimeleri arasında tenâsüp kurulmuştur.
“Bârî selâmım almaz iseñ gördügüñ zamân
Bir nazra ile hâtırım ey dil-sitânım al”
Kurallı Cümle = ey dil-sitânım; gördüğün zaman
selamım almaz isen bari bir nazra ile hâtırım al.
Günümüz
Türkçesi: ey gönül alan sevgili, beni gördüğün zaman selamımı
almıyorsun, bari bir kerecik bak da hatırımı al.
“ Gâlibâ bir hades etmiş
ki telâş ile çıkıp
Yıkılıp gitdi hemân saga sola verdi
selâm”
“Mektûb u selâmıñla olur mu mütesellî
Dîdârıña hasret-keş iken Vehbî-i
müştâk”
“Eliñ koy gögsüñe bârî uzakdan merhabâlarla
Selâma muntazır bu nâ-tüvân el arkası
yerde”
Bu beyitin, okuyucunun gözünde
canlandırdığı şey; sürekli selam veren ya da gönderen bir âşığa karşı, sürekli
müstağni olan bir sevgilidir. İslam dînine göre selam vermek vâcib iken,
verilen o selamı almak farzdır. Verilen bir selamı karşılıksız bırakmak,
almamak ancak gönül kırıcı, müstağni insanların işidir.
Selamının alınmamasına rağmen âşık küsmemekte,
bilakis “tamam selamımı almıyorsun, bu beni çok kırıyor, incitiyor, bâri bir
kerecik bak da gönlümü al” demeye getiriyor. Bu ancak aşkı gururdan çok
yukarıda gören bir anlayışın ürünü olabilir. Günümüz şairlerinin söylediği gibi
“ aşkın gururu olmaz, olamaz”.
“Kâlâ-yı rûy-ı aliñe dil çıkdı müşterî
Reng etme anı ver baña nakd-i revânım al”
Kelimeler:
Kâlâ= kumaş
Rûy= yüz, çehre
Reng= hile
Revân= yürüyen, giden, akan
Kurallı Cümle =dil kâlâ-yı rûy-ı âlîne müşteri
çıkdı, reng etme, anı bana ver, nakd-i revânım al.
Günümüz
Türkçesi; Gönlüm; senin yüce çehrenin kumaşına müşteri çıktı, hile etme,
onu bana ver, karşılığında istersen nakd-i revanımı (ömür) al.
Örnek beyitler :
“Beñzer ruh-ı hûbânına her vech ile gûyâ
Sad reng ile bûyâ gül-i zîba-yı Edirne”
“Gül gibi hande-i lebi tasvîr-i gonçeye
Reng-i neşât-ı zindegî-i câvidân verir”
“Rûy-ı cemîl-i şâhid-i ma’nâya fikrimiñ
Rengîn edâsı gâze gibi hüsn ü ân verir”
“Sad nevbahâr gelse de bu rûzgârda
Berg-i gül-i ümmîdime reng-i hazân
verir”
“Degil kavs-i kuzah tahsîn ile çarh etmiş âvîze
Ser-i bâmında bir kâlâ-yı reng-âmîz-i
nev-îcâd”
“Cezbe-i ‘aşk u hevâ ‘âşıka çok reng eyler
Vechi var zerd ü nizâr olsa eger
kâhrübâ”
“Misâl-i gerden-i dilber ki hûn-ı ‘âşık içmişdir
Açar reng-i şarâbı perde-i nâzükter-i
mînâ”
“Kim dimâg eyler gülüñ rengînî-i ruhsârına
Rûy-ı aliñ verd-i ahmerden de bûyâdır
baña”
“Kadeh o dest-i muhannâda başka renge girip
Bu gûne oldu dü-bâlâ hizâb içinde
hizâb”
“Vasf-ı la’linde dü-yek ebyât-ı şîrînim yine
Bûselikde beste baglanmış ne rengîn
güftedir”
“Nedir ol reng-i ‘akîki bu Süheylî kadehiñ
Sâkiyâ cevher-i mey yohsa Yemen'den mi
gelir”
“Bâg-ı tab’ımdan bu rengîn nazmım ey Vehbî yine
Tâze kopmuş nev-şüküfte dil-küşâ
gül-destedir”
“Hem sâkî vü hem mutrib-i rengîn negamım var
Mahbûb ile mey içmeden özge ne gamım
var”
“Bî-ser ü pâdır felek gûyâ arar ol dilberi
Bir tarafdan âfitâb u bir tarafdan
Müşterî”
“Felekler müşterî ol nûra cümle nakd-i encümle
Ki es’âdı şeref-bahşende-i çeşm-i
Süreyyâ'dır” (Vehbî)
“Rengi yâkut lemsi âteş gonca femler
görmüşüz
Yâre derd ağyâre dermân çok samenler
görmüşüz” Veysel Öksüz
Renk kelimesinin
bilinen anlamı dışında bir de hile anlamı vardır. Şairler îham-ı tenasüp
sanatından yararlanarak kimi zaman söyleyeceklerini ikinci anlamı kullanarak
söylerler.
Bu beyitte aşığın
gönlü, maşukun yüce yüz kumaşına yani bir istiare ile sevgilinin kendisine
tâlib olmuştur. Beyitin genelinde
Pazar-alışveriş sözcükleri vardır.
Sevgilinin yüz kumaşına talib olan sevgili bu talebini vermesi karşılığında
mâşuka sürmekte olan hayatını vereceğini söylüyor.
Kâla , müşteri, nakd
kelimelerinin arasında tenasüp vardır, bunun yanında kâlâ- reng ve müşteri-
nakd kelimeleri arasında müretteb leff-ü neşr vardır. Müretteb olmasının
sebebi, aşığın bu pazarlığı karışıklıktan kurtarması, gayet kolay, anlaşılır ve
sehil bir pazarlık olmasını istemesinden doğar.
Renk kelimesinin hile
anlamı göz önünde bulundurulursa, aşığın alışveriş- pazarlık içerisinde hile
yapılması meselesine atıfta bulunulduğu anlaşılır.
“Tîr-i cefâya sîne-i agyârı kıl hedef
‘Uşşâkıñ intikâmını kaşı kemânım al”
Kurallı Cümle = ey kaşı kemânım; sîne-i ağyârı tîr-i
cefâya hedef kıl, uşşakın intikamın al
Günümüz Türkçesi; ey keman kaşlı sevgili, ağyarın
sinesini cefa okunun hedefi yap ve aşıklarının intikamını onlardan al.
“Hedef-i tîr-i sitem eyledi Tâtâr beni
İntikâm almaga ‘azm eyleyip ol kavm-i
li’âm”
“Derûnum zahm-ber-zahm oldu tîr-i cevr-i gerdûndan
Hedef etdi kazâ ben nâ-tüvânı ta’n-ı
hussâda”
“Hedef-veş sînemi açsam ‘aceb mi pîşgâhında
Kemân ebrûsuna müjgân-ı ser-tîzin
hadeng etmiş”
“Esbâb-ı tecemmül hedef-i tîr-i nazardır
Vehbî olagör hırka-i peşmînede mahfûz”
(Vehbî)
Divan edebiyatı geleneği içerisinde sevgilinin
kaşı yay, kirpikleri ok, aşığın sinesi de hedef olarak tasvir edilmiştir.
Sevgilinin aşığa her bir bakışında, aşığın sinesine bir ok fırlatılır. Aşık
genelde sinesini siper eder ve sevgiliden gelen okları memnuniyetle kabul eder.
“Süzme çeşmin gelmesin müjgân müjgân
üstüne
Urma zahmı sineme peykân peykân üstüne”
Râsih
Vehbî’nin söz konusu beyitinde ise müstesna
bir durum vardır. Bu beyitte sevgiliye seslenen aşık, cefâ oklarını ağyarın
sinesine göndermesini ve aşıkların intikamını onlardan almasını söylüyor.
Burada geçen cefâ kelimesi önemlidir çünkü
aşığın istediği şey sevgilinin ağyara bakması değil, onlara cefa çektirmesidir.
Tîr- keman ve uşşak- ağyar kelimeleri arasında
gayr-ı müretteb leff-ü neşr vardır. Ayrıca cefa ve intikam kelimeleri arasında
da tenasüp vardır.
“Lutf eyleyip de Vehbî-i pîriñ du'âsını.
Ey pîr olası tâze-resîde civânım al”
Kelimeler=
Civân: genç
Resîde: yetişen
Pîr: yaşlı,
ihtiyar
Du’â: 1. Allah'a yalvarma, niyaz. 2. birini
çağırma, bir yere gönderme
Kurallı Cümle = ey pîr olası
tâze resîde civânım, lütf eyleyip de Vehbî-i pîrin duasını al.
Günümüz Türkçesi; ey pîr olası yeni yetişmiş genç sevgili;bir lütuf
eyle de pîr Vehbî’nin duasını al.
“Köhne şarâb ver baña tâze-be-tâze
nev-be-nev
Tâzele keyfi sâkiyâ tâze-be-tâze
nev-be-nev”
“Tıfl ise de o ‘işvekâr yokdur elimde ihtiyâr
Pîre civân imiş sezâ tâze-be-tâze
nev-be-nev”
“Gonçe-misâl tâzeler sînede dâgı tâzeler
Sahn-ı çemende rû-nümâ tâze-be-tâze
nev-be-nev”
“Mâ’ilim bir nev-nihâliñ tâze şeftâlûsuna
Bâg-ı dehriñ bakmazım âlûsuna bâlûsuna”
Vehbî bu beyitte
sevgiliye bir beddua ederek hitab etmektedir. (?) Ey pîr olası, yaşlanası
sevgili, lütfedip de benim gibi ihtiyar birinin duasını al. Dua’nın çağırma,
davet anlamı göz önünde bulundurulursa şairin demek istediği şey şu şekilde
olur:” ey sevgili gel lütfeyle benim gibi bir ihtiyarın davetini geri çevirme.”
“Tâze- resîde civânım” ile sevgili
kastedilmiş, istiare yapılmıştır. Pîr , taze- resîde ve civân kelimeleri bir
arada kullanılarak tezatlık sağlanmış, beyitte heyecan yükseltilmiştir.
Gazel-4
[mefâ’ilün / fe’ilâtün / mefâ’ilün / fe’ilün]
1 Mey iç lebiñde görünsün şarâb içinde şarâb
Bu sûz-ı sîne ile dil kebâb içinde kebâb
2 Fünûn-ı şîvede nev-nüsha-i letâfetsin
Hatıñla mushaf-ı rûyuñ kitâb içinde kitâb
3 Edince girye gül-i rûy-ı hûn-feşânıñ içün
Göründü çeşm-i terimde gül-âb içinde gül-âb
4 Hevâ-yı zülfüñ ile âhım ebre peyveste
Semâda oldu hüveydâ sehâb içinde sehâb
5 Bizi firâka yakıp olma gayra germ-ülfet
Revâ mı dûzahiyân-veş ‘azâb içinde ‘azâb
6 Safâ-yı ‘âlem-i âbı çıkar temâşâya
Derûn-ı sâgar-ı meyden habâb içinde habâb
7 Kadeh o dest-i muhannâda başka renge girip
Bu gûne oldu dü-bâlâ hizâb içinde hizâb
8 Sü’âl-i zâhid-i har-tînet-i ‘alef-hâra
Verilse kâh revâdır cevâb içinde cevâb
9 Nazîre söyle deyü ehl-i nazma ey Vehbî
Kalemle eyle bu fasl-ı
hitâb içinde hitâb
ŞERH
“ Mey iç lebiñde görünsün şarâb içinde şarâb
Bu sûz-ı sîne ile dil kebâb içinde kebâb”
Kurallı Cümle=
Mey iç, lebinde şarâb içinde şarâb; bu sûz-ı sîne ile dil kebâb içinde kebâb
görünsün.
Günümüz
Türkçesi:
ey sevgili, şarab iç ki senin dudakların şarab içinde varmış gibi görünsün,
benim bağrımın ateşiyle de gönlüm kebab içinde kebab gibi görünsün.
=
sûz-ı sîne: sine ateşi
“Kebâb
olsa dil-i mâhî ‘aceb mi tâb-ı havfından
Bu
şeb bahrî fişek basdırdı ‘aks-i mâhı deryâda”
“Kim
içdi bezm-i cihânda şarâb-ı ikbâli
Tenûr-ı
gamda dil-i zârı olmadıkça kebâb”
“Hûn-âbe-i
sirişkle eyler şarâb bahs
Sûz-ı
dilimle eylemesin mi kebâb bahs”
“Gam
var göñülde elde şarâb olmuş olmamış
Biryân
oldu sîne kebâb olmuş olmamış”
“Meclise
tuzlu oturursa kebâbı ne ‘aceb
Münkir-i
hakk-ı mürâ’ât-ı nemekdir bâde” ( Vehbî)
Mey; divan edebiyatı içerisinde çokça
kullanılan mazmunlar arasında yer alır. Divan şiiri, gerçek hayatta
karşılaşılan ve ruh dünyasında yeri olan her türlü olayı, kavramı, bilgiyi
geniş bir şekilde içerisine alır, üç dilin imkanlarından yararlanarak işler,
zengin bir estetik değer katar ve kullanıma kazandırır. Ayrıca divan edebiyatı
şairleri, doğada gördükleri reel unsurları; kendi zihinlerinde estetiğe
büründürerek belirli edebi sanatlar ve muhayyileleri yardımıyla işlerler, en
olmadık bir metaforu bile şiirselleştirebilirler. Mesela bir çiçeğin duruşu,
güneşin batış şekli, çimenler, rüzgarın esişi, gözün bakışı vb. bunların hepsi
normalde dışarıdan bakıldığında estetik değeri olmayan olgulardır fakat şair bu
tarz doğal unsurları gelenek dairesi içerisinde işler ve bir sanat malzemesi
yapar. Bunu yaparken doğal unsurların yapısına yani realiteye kesinlikle
dokunmaz, realiteyi deforme etmez ve realiteyle asla çelişmez. Bundan dolayı
rahatlıkla, divan edebiyatı realiteden kopuk değildir, bilakis realiteye
dayanır diyebiliriz.
Bu beyitte bahsedilen şey, kırmızı şarabın
kırmızı dudaklar arasında görünüş şekli ve bu görünüşün aşığın bağrında zaten
var olan yangını harlandırması sonucu aşığın gönlünün alacağı şekildir.
Sevgilinin dudakları şarab da kırmızıdır
dolayısıyla sevgili şarab içerken “şarab içinde şarab” görüntüsü oluşacaktır.
Aşığın sinesi yanmış kebab olmuştur, gönlü de yandıktan sonra aşığın sinesinde
“kebab içinde kebab” görüntüsü oluşacaktır.
Beyitte mey ve şarab, suz-ı dil ve kebab
kelimeleri arasında tenasüp vardır.
Kullanılan aruz kalıbının inişli çıkışlı yapısı,
heyecan unsurlarını desteklemekle birlikte heyecanlı birinin bir olayı
anlatırken ki nefes nefese kalışını göstermektedir.
İçerisinde kebab geçen beyitlerin bir kısmında
şarab kelimesinin geçmesi akla kebab yerken yanına şarab içilmesini getirmektedir,
dolayısıyla bir yemek adetine değinildiğini de söylemek hata sayılmaz.
“ Fünûn-ı şîvede nev-nüsha-i letâfetsin
Hatıñla mushaf-ı rûyuñ kitâb içinde kitâb”
Kurallı
Cümle=Fünûn-ı
şivede nev-nüsha-i letafetsin. Hatınla mushaf-ı rûyun kitâb içinde kitâb(dır).
Günümüz
Türkçesi: ey
sevgili sen işve bilimlerinde yeni bir güzellik nüshasısın, yüz sayfaların hatlarınla sanki kitap içinde
kitap gibidir.
=fünûn-ı
şive: işve, naz, eda bilimleri
Örnek beyitler:
“Kaddine derdi elif zülfüne lâm u feme mîm
Mushaf-ı hüsnünüñ esrârını bilse Râzî”
“Kitâb-ı hüsnünüñ ma’nâları cây-ı nazardır kim
Misâl-i nokta-i şek safha-i ruhsâre ben düşdü”
“Tetebbu’ eyleyip ahkâm-ı dehri ‘âkıbet buldum
Kitâb-ı cifr-i ‘aklîde bu vech üzre muharrerdir”
“Hattın görünce mug-beçe-i âteşîn-ruhuñ
Sandım Mecûs ile eder Ehl-i Kitâb bahs”(Vehbî)
Beyitte
dikkat çeken ilk husus, ilme dair kelimelerin kullanılmasıdır. “Fünûn, nüsha,
mushaf, kitab, hat” kelimeleri ilim, yani medrese alanına dair kelimelerdir. Bu
kelimeler arasında bir tenasüp vardır. Ayrıca bu kelimeler arasında leff-ü neşr
sanatı mevcuttur.
Şîve kelimesinin dil bilim ile ilgili
kastedilmeyen anlamı göz önünde bulundurularak, beyitin ilmi yönü ile belki
ilgi kurulabilir.
Sevgilinin
yüzü mushafa benzetilmektedir. Her bir yanak bir sayfa olarak ele alınırken
yanakların üzerindeki ayva tüyleri de sanki o sayfalara yazılmış yazılar gibi
kabul edilmektedir.
Sevgilinin mushafa benzeyen yüzü, şair
tarafından görülmemiş bir güzellik kitabına benzetilmektedir.
“Edince girye gül-i rûy-ı hûn-feşânıñ içün
Göründü çeşm-i terimde gül-âb içinde gül-âb”
Kurallı
Cümle=Gül-i
rûy-ı hûn-feşânın içün girye edince/ çeşm-i terimde gül-âb içinde gül-âb
göründü.
=
girye: ağlama
hûn-feşân: kan saçan
çeşm-i
ter: ıslak/ yaşlı göz
“Hevâ-yı zülfüñ ile âhım ebre peyveste
Semâda oldu hüveydâ sehâb içinde sehâb”
peyveste:
ulaşmış, bitişik, daima
hüveyda:
açık, apaçık, besbelli, aşikar
Sehab:
bulut, karanlık
Kurallı
Cümle=Âhım
hevâ-yı zülfün ile ebre peyveste/ semâda sehâb içinde sehâb hüveydâ oldu.
Günümüz
Türkçesi: saçlarının arzusu ile âhım bulutlara
yetişti ve gökyüzünde bulut içinde bulut
âşikâr oldu, göründü.
Sevgiliye dair her şey âşığa âh ettirir. Âh;
aşığın rahatlamak için başvurduğu yöntemlerden biridir. Firkatten hicrandan en
bunaldığı anlarda âşık bir âh çeker ve bir nebze olsun rahatlar. Çektiği âh
gökyüzüne yetişir kimi zaman gökyüzünü de aşar felekte delikler meydana
getirir, işte geceleri dünyaya sızan ışıklar, aşığın âhları tarafından delinen
gökyüzünden sızan ışıklardır.
Bu
beyitte sevgilinin saçlarının aşıkta uyandırdığı arzu âşığa âh ettirmiştir.
Âşığın âhı gökyüzündeki bulutlara yetişmiş ve
bir buluta benzeyen âh ile gökyüzündeki gerçek bulut; bulut içinde bulut
varmış gibi bir görüntü meydana getirmiştir.
Hevâ kelimesinin kastedilmeyen anlamı göz
önünde bulundurulduğunda âşığın âhının havalanması anlatılmaktadır, yani îhâm-ı
tenâsüp sanatı vardır. Hêva- semâ ve ebr- sehâb kelimeleri arasında müretteb
bir leff-ü neşr mevcuttur.
“Bizi firâka yakıp olma gayra germ-ülfet
Revâ mı dûzahiyân-veş ‘azâb içinde ‘azâb”
=
germ-ülfet: sıkı fıkı, içli dışlı
dûzahiyân:
azap melekleri, zebaniler
Kurallı Cümle
= Bizi firâka yakıp gayra germ-ülfet olma/ dûzahiyân-veş azâb içinde azâb revâ
mı?
Günümüz
Türkçesi: Ey sevgili, bizim zebânimiz gibi olup
bizleri ayrılığa salıp kendin rakiplerle içli dışlı olma. Bize reva mıdır azap içerisinde azap çekmek?
Âşığın en büyük sıkıntısı sevgiliden ayrı
olmaktır, fakat bundan daha büyük bir sıkıntı var ise o da sevgili ağyâr ile
hem-hâl iken sevgiliden ayrı olmaktır. Bu beyitte aşık sevgiliye; bizi
kendinden uzakta tutup düşmanlarla beraber olup bizleri cehennem ateşine atma
diyor. Cehennem kelimesi geçmemesine rağmen bu anlamı “dûzahiyân” kelimesinden
çıkarmaktayız. Aşığın demek istediği; sevgili başkalarıylayken benim ayrılık
acısı çekmem, cehennem azabı gibidir.
Beytin sonunda geçen “azâb içinde azâb”
kelimesinde iki tane azâp
söz
konusudur. Bunlardan ilki sevgiliden ayrı olmanın verdiği azap, diğeri ise
sevgilinin başkalarıyla germ-ülfet olmasının verdiği azaptır.
Dûzahiyân
ve azâb kelimeleri arasında tenâsüp ilgisi kurulmuştur. Firâk ve
germ-ulfet kelimeleri arasında bir tezatlık vardır. Bu durum beytin nabzının
artmasını sağlamaktadır. Bunların yanında ağyâr- dûzahiyân ve firâk- azâb
kelimeleri arasında müşevveş leff-ü neşr vardır. Bu durum beyitteki çapraz
ilişkiyi ve anlam bakımından tersliği desteklemektedir.
“Safâ-yı ‘âlem-i âbı çıkar temâşâya
Derûn-ı sâgar-ı meyden habâb içinde habâb”
=habâb:
su üzerinde olan hava kabarcıkları
Kurallı
Cümle
= Derûn-ı sâgar-ı meyden safâ-yı âlem-i âbı temâşâya habâb içinde habâb çıkar.
Günümüz Türkçesi: Kabarcık
içerisinde kabarcık; âlemin safâsını görmek için, şarab bardağının
derinliklerinden çıkar.
Örnek beyitler:
“Sâgar-ı
rindiñ habâb-ı bâdesin taklîd içün
Zâhid-i
zevk-âşinâ bir sübha-i mercân bulur”
“Pür-humâr
oldugumu çeşm-i habâb ile görüp
Cür’a-efşân
olarak sâgar-ı rindân aglar”
“Sanma
kim bîhûdedir cûş-ı habâb-ı bâdeyi
‘Ârız-ı
sâkîye sad-çeşm ile hayrândır kadeh”
“Safâ-yı ‘âlem-i âbı çıkar temâşâya
Derûn-ı sâgar-ı meyden habâb içinde habâb”
Her
zaman bahse konu olan; şâirin doğadaki bir unsuru alıp işlemesi ve estetik bir
şekilde şiir haline getirmesinin bir örneği de bu beyitte mevcuttur. Bir kadehe
su ya da şarab ya da herhangi bir sıvı doldurulduğu zaman bardağın
derinliklerinden yüzere kabarcıklar çıkar. Şâir bu durumu gözlemleyerek o
kabarcıkların etraftaki insanların sâfasını görmek için çıktıklarını söylüyor.
Safâ demesinin sebebi kadehin mey kadehi olmasıdır. Mey içen âlem safâ
bulur. Bu durumu Şeyh Gâlib şu
mısralarla tasvir etmektedir:,
“Meyhaneyi
seyrettim uşşâka matâf olmuş
Teklîf
ü tekellüften sükkânı muâf olmuş
Bir
neş’e gelip meclis bî havf u hilâf olmuş
Gam
sohbeti yâd olmaz meşrebleri sâf olmuş
Âşıkta
keder neyler gam halk-ı cihânındır
Koma
kadehi elinden söz pîr-i mügânındır”
Beyitte safâ- mey arasında, sâgar- mey
arasında tenasüp ilgisi vardır.
“Kadeh o dest-i muhannâda başka renge girip
Bu gûne oldu dü-bâlâ hizâb içinde hizâb”
=
muhanna: eğri, çarpık, dolambaç, kınalanmış
dü-bâlâ:
iki kat
hizab:
boya, kına
gûne:
türlü, gidiş, tarz, yol, sıfat
Kurallı
Cümle
= Kadeh o dest-i muhannâda başka renge girip bu gûne dü-bâlâ hizâb içinde hizâb
oldu.
Günümüz
Türkçesi: kadeh o kınalı elin içerisinde başka
bir renge büründü ve böylelikle iki katlı renk içerisinde renk varmış gibi
oldu.
“Nazîre söyle deyü ehl-i nazma ey Vehbî
Kalemle eyle bu fasl-ı hitâb içinde
hitâb”
Kurallı Cümle = Ey
Vehbî! Ehl-i nazma nazîre söyle deyü/ bu fasl-ı hitâb içinde kalemle hitâb
eyle.
Günümüz Türkçesi: Ey Vehbî; şiir ehline karşılık söyle
diye,kalemle bu söyleyişler içinde söyleyiş eyle.
Bu beyitte geçen “hitâb içinde hitâb” ile
kastedilen şey, iç içe geçmiş anlatılmak istenen bir çok şeydir.
Gazel-5
[mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün /
mefâ’îlün]
1 Bahâr eyyâmıdır ey dil figân-ı ‘aşkı
müzdâd et
Misâl-i ‘andelîb ol gül-ruhuñ bâgında
feryâd et
2 Furât u Dicle-âsâ cûşiş-i eşk-i
revânıñla
O şûhuñ cennet-i kûyun behişt-âbâd-ı
Bagdâd et
3 Yeter yıkdıñ dil-i vîrânımı şimden
geri yap yap
Gel ey genc-i ümîdim gel meded lutfuñla
âbâd et
4 Ne hâcet pâdişâhım ‘âşıka tîg-i sitem
çelmek
Niçün zahmet verirsin kendiñe agyârı
cellâd et
5 Hücûm etdi derûnum hısnına ceyş-i
gam-ı devrân
Mey-i pür-zûr ile sâkî pey-â-pey turma
imdâd et
6 Amân ey şûh-ı tersâ kayd-ı zülfüñde
giriftârım
Esîr oldumsa da kâfir mürüvvet yok mu
âzâd et
7 Unutma gûşe-i hicrânda bu Vehbî-i
mahzûnu
Peyâm-ı
vuslatıñla gâhice yâd eyleyip şâd et
ŞERH
“Bahâr eyyâmıdır ey dil figân-ı ‘aşkı müzdâd et
Misâl-i ‘andelîb ol gül-ruhuñbâgındaferyâd et”
Kurallı
Cümle
= Ey dil! Bahâr eyyamıdır, figân-ı ‘aşkı müzdâd et/ misâl-i ‘andelîb ol
gül-ruhun bâgında feryâd et.
Günümüz
Türkçesi: Ey gönül; bahar günleridir, aşk
figânlarını arttır. Bülbül gibi o gül yanaklı sevgilinin bağında feryâd et.
Örnek beyitler:
“tağıdup
yâr rûhı üstine sümbüllerini
Dedi
eyyâm-ı bahâr oldu vğ sevdâ demidir”
Hayretî
“ruhların
devrinde bend oldı saçun zincirine
Nevbahâr
içre yine dîvâne düşdü gönlümüz”
“Bahâr
u ‘îd tev’em geldi bu devr-i gül ü müldür
Dönüp
peymâneler gül gibi açsın tab’-ı rindânı”
Vehbî
“Gel
ey sabâ yine ol gül-’izârdan ne haber
Hazân-dîde
hezâr-ı bahârdan ne haber”
Vehbî
Bahar mevsimi geldiğinde bazı hormonların
fazlaca salgılanmasından dolayı insanın ruh dünyasında bazı değişiklikler
meydana gelir. İçi içine sığmaz, aşık olmak ister, aşık ise aşkı artar. Bu
fizyolojik bir gerçekliktir. Şair bu gerçekliğe dayanarak anlatmak istediğini
anlatmıştır. Beyitte âşık gönlüne sesleniyor; yani gönül teşhis edilmiştir.
Âşık gönlüne; “ ey gönlüm bahar günleri geldi aşk inleyişlerini, figânlarını
arttır”. Buradan kış vakti olsa bile aşk figanlarının durmaksızın devam
ettiğini anlarız. Âşık devam ediyor; “ey
gönül o gül yanaklı sevgilinin bağında bülbüller gibi feryâd et”
Bahar gelip bağlarda güller açıldığında,
bülbüller bağa gelir ve güllerin aşkından feryâd ederler. Divan edebiyâtı
geleneği içerisinde sevgilinin yanağı güle benzetilmektedir. Gül-ruh sevgilinin
yerine kullanılmaktadır, bu durum isti’âreye örnektir.
Andelîb, gül, bağ, bahâr kelimeleri arasında tenâsüp ilgisi
kurulmuştur.
Mısraların sonudaki meddli kullanım ( feryâd-
müzdâd) , feryâdın uzunluğunu, kuvvetini okuyucuya hissettirmektedir.
“Furât u Dicle-âsâ cûşiş-i eşk-i revânıñla
O şûhuñ cennet-i kûyun behişt-âbâd-ı Bagdâd et”
=cuşiş:
coşma
âbâd
(a.i. ebed'in c.) sonsuz gelecek zamanlar.
âbâd
(f.s.) 1. mâmur, şen, bayındır. 2. f. e. çokluk bildirir
Kurallı
Cümle
=O şuhun cennet-i kuyun(u) cuşiş-i eşk-i revânınla, Furât u Dicle-âsâ,
behişt-âbâd-ı Bağdâd et.
Günümüz
Türkçesi:
O sevgilinin cennet köyünü, coşkulu akan gözyaşlarınla sonsuz cennet olan
Bağdada erişen Fırat ve Dicle gibi et.
Örnek beyitler:
“Ceyş-i gam Dicle gibi etdi akın hısn-ı
dile
Geldi
cûşişle Hülâgû yine Bagdâd'a meded”
“Hemân
bir katresiyle ebr-i şefkat-bâr-ı eltâfıñ
Eder
‘azb ü furâta münkalib telhî-i deryâyı”
“Feleke
der mi gülüñ cûy-ı sirişki var iken
Götürür
‘âşıkı Bagdâd-ı visâle ol Şat”
“Belki
ma’mûr eder vâlî-i Bagdâd bizi
Dest-i
ihsânı ile ba’de harâbü’l-Basra”
Vehbî
Bu beyitte geçen Fırat ve Dicle, divan
edebiyatında Bağdâd’a ulaşmaya çalışan iki nehir şeklinde ele alınır.
Anadolu’nun Güneydoğu’sunu besleyen bu iki nehir, güneye doğru akarlar ve sanki
Bağdad’a ulaşmak için birbirleriyle yarışırlar. Ayrıca bu beyitte edebiyâtın
coğrafya ile ilgisi de görülmektedir.
Şair bir realiteden yola çıkarak anlatmak
istediğini anlatıyor. Mübalağa sanatını
da kullanarak “Fırat ve Dicle nehirleri gibi coşkulu akan gözyaşlarınla, o şuh
sevgilinin köyünü sonsuz Bağdâd cennetine çevir” denilmektedir.
“Yeter yıkdıñ dil-i vîrânımı şimden geri yap yap
Gel ey genc-i ümîdim gel meded lutfuñla âbâd et”
Kurallı
Cümle
= Yeter, yıkdın dil-i vîrânımı, şimden geri yap yap. Gel ey genç-i ümidim gel,
meded, lütfunla âbâd et.
Günümüz Türkçesi:
ey
sevgili; harab olan gönlümü yıktığın yeter, bundan sonra yap, yap… Gel ey ümit
hazinem meded lütfunla beni sonsuz mutluluğa kavuştur.
Bu beyitte âşık sevgiliye seslenmektedir. Âşık
; “ ey sevgili, benim virân olmuş gönlümü yıktığın yeter, bundan sonra yap,
yap. Gel ey ümit hazînem lütuf mededinle beni âbâd et.
Sevgili âşığa cefa etmesine rağmen, âşığın
gönlünü yıkmasına rağmen, âşığın meded
umacak başka kimsesi yoktur. İlk
mısranın sonunda “yap” kelimesini iki kere tekrar etmesi, isteğinin şiddetini
ifade etmektedir.
Beyitte vîrân ve genc kelimeleri arasında
tezat sanatı vardır. “Hazineler vîrânelerden çıkar” gerçeğini de göz önünde bulundurmak
gerekmektedir.
“Ne hâcet pâdişâhım ‘âşıka tîg-i sitem çelmek
Niçün zahmet verirsin kendiñe agyârı cellâd et”
Kurallı
Cümle
=Pâdişâhım, ‘aşıka tîg-i sitem çelmek ne hâcet?/ Kendine niçün zahmet verirsin?
Ağyârı cellâd et.
Günümüz
Türkçesi: Ey pâdişâhım (sevgili) âşığa sitem
kılıcını çekmene ne gerek var? Kendini neden yoruyorsun? Kendini yoracağına
rakipleri, düşmanları cellad et.
Örnek beyitler:
(Vehbî-ağyâr)
“Bûse
va’d eylemiş agyâra lebinden dediler
Aradım
agzını hîç etmedi ifşâ-yı sühan”
“Çeşm-âşinâlık
eylemiş agyâra gamzesi
Îmâ
eden de soñra o gammâzdır baña”
“Agyârı
ser-i cennet-i kûyunda görünce
‘Âşıklarınıñ
başına kopmaz mı kıyâmet”
“Tutkun
gibi bir lu’b ile agyâra tutulma
Bu
pendimi ey şûh gerek tutma gerek tut”
“Görüp
mâr-ı münakkaş gibi zencîr olmuş agyârı
Emîn
olmaz göñül koynumda ‘akreb oldu zer sâ’at”
“Yolumuz
aldı gürûh ile şu kâfir agyâr
Yetiş
ey şâh-ı cihânım meded imdâda meded”
“Yâr
hem-bezm olup agyâr ile peymâne çeker
‘Âşık-ı
zâr ‘abes na’ra-i mestâne çeker”
Sümbülzâde
Vehbî’nin dîvânında “ağyâr” yukarıda zikretmiş olduğum beyitlerdeki gibi
geçmektedir.
Sözkonusu
beyitimizde tîğ ve cellâd kelimeleri arasında tenâsüp ilgisi vardır.
“Hücûmetdi derûnum hısnına ceyş-i gam-ı devrân
Mey-i pür-zûr ile sâkî pey-â-pey turma imdâd et”
=ceyş: ordu
Devrân:zaman
Derûn: iç- derin
Hısn: kale, sağlam yer
Zûr: kuvvet
Pey-a pey: birbiri ardınca, azar azar
İmdâd: yardım
Kurallı
Cümle
=(Ey) Sâkî ceyş-i gam-ı devrân, derûnum hısnına hücum etdi. Turma, mey-i
pür-zûr ile pey-â-pey imdâd et.
Günümüz Türkçesi: Ey sâki,
zamanın gam ordusu içimdeki kaleye hücûm etti. Durma sen de birbiri ardınca
kuvvet dolu mey ile bana yardım et.
Örnek beyitler:
“Ceyş-i gam Dicle gibi etdi akın hısn-ı
dile
Geldi
cûşişle Hülâgû yine Bagdâd'a meded”
“Hatt-ı
kâfir-kîşi hüsnüñ hıttasından kıl tırâş
Mülketinde
ceyş-i küfrü şâh-ı İslâm istemez”
“Vehbiyâ
hâne-hârâb-i sitem olduñsa ne gam
Kimseniñ
yapmadıgı işleri bir âh yapar”
“Hem
sâkî vü hem mutrib-i rengîn negamım var
Mahbûb
ile mey içmeden özge ne gamım var”
“Gam
yemez ol kim mey-i cân-bahşı bî-pervâ içer
‘Ömrü
artar dem-be-dem âb-ı hayât-efzâ içer”
“Leb-rîzdir
şarâb-ı gamıñla piyâlemiz
Pür-hûn
biter fezâ-yı mahabbetde lâlemiz”
“Ne
keyfiyyet ki gamdan olmadım bir lahza âzâde
Cihânda
olmayınca tâ esîr-i neş’e-i bâde”
Söz konusu
beyitte anlatılmak istenen
durum savaş sahnesinden örnekle
anlatılmıştır. Zamanın en kuvvetli ordusu olan gam ordusu, aşığın gönül kalesine hücum etmiştir. Bu saldırıya karşı
aşık sâkîye seslenmektedir. “ey sâkî, durma, ard arda vereceğin şarab dolu
kadehlerinle bana yardım et “ demektedir.
Derdin dermanı meyhânede aranır. Hâlâ hayatta
olan Veysel ÖKSÜZ şöyle demektedir:
“Dün
gece ye’s ile kendimden geçtim
Teselli
aradım meyhânelerde
Baht-ı
dûn elinden bir bâde içtim
Ol
neş’e kalmamış peymânelerde”
Meyhâneler gam ordularına karşı âşıkların güç
buldukları yerdir.
Hücûm, hısn, ceyş, imdâd kelimeleri arasında
tenasüp ilgisi vardır. Mey, sâkî, pey, devrân kelimeleri arasında da tenâsüp
ilgisi vardır.
“Amân ey şûh-ı tersâ kayd-ı zülfüñde giriftârım
Esîr oldumsa da kâfir mürüvvet yok mu âzâd et”
=tersâ: Hiristiyan
Kayd: bağ
Giriftâr: tutulmuş, yakalanmış, esir
Mürüvvet: insaniyet,
mertlik, yiğitlik
Kurallı
Cümle
=Ey şûh-ı tersâ kayd-ı zülfünde giriftârım, amân! Kâfir, esîr oldumsa da
mürüvvet yok mu, âzâd et.
Günümüz
Türkçesi: Ey Hiristiyan’ların şâhı kâfir sevgili,
saçlarının bağına yakalanıp esir olduysam bile sende hiç mertlik, insanlık,
acıma yok mu? Beni âzâd et.
Örnek beyitler:
“O tersâ şûhunuñ hep zülfüne
dil-besteyiz Vehbî
Ne
hikmetdir cihân bir rişte-i zünnâra baglanmış”
“Bir
mug-beçe evrâk-ı dili kıldı perîşân
Ol
mushafı hayfâ kef-i tersâya düşürdüm”
“Âh
kim agzım sulandı seyr ederken Sakız'ı
Buse
va’diyle şeker çiynerdi bir tersâ kızı”
“Temâşâ
etse ol rûh-ı musavver şûh-ı tersâyı
Atar
âgûşdan Meryem Ana tasvîr-i ‘Îsâ'yı”
“Gûşe-i
meyhânede gerçi esîr-i bâdeyim
Zâhidâ
ancak gam-ı eyyâmdan âzâdeyim”
“Düşmüş
şikenc-i zülfüne bir sîm-gerdeniñ
Olmuş
esîr-i gam şeh-i mâlik-rikâb iken”
“Kayd-ı
zülfünden esîr olsun edip Vehbî-i zâr
O
giriftârı sakın eyleme âzâde meded”
“Pîç
ü tâb-ı ‘aşkdan âzâde-ser olmaz göñül
Turrası
mâdâm böyle çîn-ber-çîn olmada”
Vehbî
Bu beyitte sevgilinin saçlarının tuzağına
düşmüş âşık portresi çizilmiştir. Sevgilinin saçlarına takılıp kalan âşık, “ ey
hiristiyanların şâhı olan sevgili, saçlarına esir olup kaldıysam bile acıman
yok mu beni âzâd etmez misin?” diyor.
“Amân ey şûh-ı tersâ kayd-ı
zülfüñde giriftârım
Esîr oldumsa da kâfir mürüvvet yok mu âzâd
et”
Kayd- âzâd ve zülüf- kâfir( kastedilmeyen
anlamı-siyah) arasında müşevveş leff-ü neşr vardır. Ayrıca tersâ ve kâfir
arasında tenâsüp ilgisi vardır. Giriftâr kelimesi ile çekilen sıkıntı ve âşığın
içer,sinde bulunduğu müşkül hâl ifade edilmektedir.
“Unutma gûşe-i hicrânda bu Vehbî-i mahzûnu
Peyâm-ı vuslatıñla gâhice yâd eyleyip
şâd et”
=
peyâm : haber, başkasından alınan bilgi
Kurallı
Cümle =Gûşe-i hicrânda bu Vehbî-i mahzunu
unutma. Gâhice peyâm-ı vuslatınla yâd eyleyip, şâd et.
Günümüz Türkçesi: Ey sevgili, ayrılık köşesinde bu hüzünlü
Vehbî’yi unutma, arada sırada kavuşma haberlerinle beni yâd eyleyip şâd et.
(mutlu et)
Örnek
beyitler:
“Berîd-i âh gidip gelmek üzre ey
Vehbî
Peyâm-ı vuslata dâ’ir nigârdan ne
haber”
“Sabâ ile vezân etdim Sebâ'ya
Hüdhüd-i şevki
Getirseydi dile bârî peyâm-ı
vuslat-ı yârı”
Vehbî
Vehbî bu beyitte
sevgiliye seslenmektedir. Beytin muhatabı sevgilidir. Sevgiliye; “beni ayrılık
köşesinde unutma, bana arada sırada vuslattan haber verip beni mutlu et” diyor.
Şâir bu beyitte mahzun, üzgün, ayrılık köşelerinde kalmış, sevgiliden haber
bekleyen bir âşık portresi çizmektedir.
Unutma gûşe-i hicrânda
bu Vehbî-i mahzûnu
Peyâm-ı
vuslatıñla gâhice yâd eyleyip şâd et
Hicrân-
vuslat ve mahzûn- şâd kelimeleri arasında müretteb leff-ü neşr vardır.
Müretteblik, beytin genel anlamını desteklemektedir. Vuslat haberi gelmesi
konusunda muvaffakiyet duygusunu desteklemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder